Günümüz dünyasının en büyük sorunu hakkında göreceli ve çeşitli fikirler mevcuttur. Kimileri işsizlik ve ekonomik istikrarsızlık kimileri güvenlik sorunu, kimileri durdurulamayan ve tüm dünyayı etkileyen iklimsel değişiklikler olduğunu savunmaktadır. Bunların tamamı sorun olarak kendisini coğrafyalar ve içerisinde yaşayan insanlar üzerinde etkisini büyük oranda göstermiştir. Ancak bir şey vardır ki tüm bu sayılanlar ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilidir; bu da tüketimdir. Tüketimi tehlikeli kılan anlayış da postmodernist yaklaşımdır.

Konuyu daha iyi anlamak için öncelikle “tüketim”i izah etmek ve kapsayıcılığını irdelemek gerekmektedir. Tüketim; üretilen mal ve hizmetlerden ihtiyacını karşılamak amacı ile faydalanmak olarak tanımlanmaktadır. İnsanlığın başlangıcından günümüze dek yaşamanın temel formülü olarak sürekli uygulayıcısı olduğumuz bu “tüketim” kavramına zaman içerisinde başka bir boyut kazandırılmıştır. Günümüzde küreselleşme ile meydana gelen yeni kültürel etkileşimlerle “tüketim” -temel ihtiyaç- anlamını yitirmiş olup daha fazla kaynak, zaman ve duyguların tüketimi anlayışına evrilmiştir. Bu nedenle hayatın ana merkezinde bulunan insan da maalesef hayatın bir nesnesi ve tüketilebilecek bir kaynağı haline gelmiştir. Bunun sebebi de kapitalizmin vizyonu olan postmodernizm kültürüdür. Modernizmin gelenekselciliğine savaş açan postmodernizm tüketimin gerekliliğini savunmuş ve hatta küresel tüketime de atıfta bulunmuştur. Böylelikle toplum tarım, sanayi ve bilgi toplumu olmaktan çıkıp tüketim toplumu haline gelmiştir. Çünkü postmodernizm çeşitliliği savunur ve çeşitlilik de tüketimin kapısını açar.

Günümüz dünyasından bir örnek verecek olursak küresel düzeyde bir akım ve politika düzeyine ulaşan “Fast Fashion” yani “Hızlı Moda” adı altında tekstil sektöründe daha hızlı üretim ve daha çok ürün üretme maratonunda birçok değerler heba edilmektedir. Bu heba edilen değerler son zamanlarda daha çok kadınlar ve çocuklar olmuştur. Bunun somut karşılığını Bangladeş’in başkentine 24 km. uzak Savar kentinde Mayıs 2013’te Rana Plaza’nın çökmesi ile ölenlerin ve yaralananların çoğunun kadın ve çocuklar olduğu hadisesini örnek verebiliriz. Bu plazada dünyanın en ünlü markalarının ürünleri üretiliyordu. Plazanın çökmeden önce çalışanları tarafından bu markaların patronlarına ve gerekli mercilere şikâyetlerine rağmen bina tahliye edilmemiş ve gerekli önemler alınmamıştı. Aynı hadiseden yaklaşık 5 ay önce de yine Bangladeş’in başkentinde bulunan Tazreen Tekstil Fabrikası’nın yanması yine aynı ihmal ve sebeplerden kaynaklanmıştır. Rana Plaza olayından sonraki 5 yıl içerisinde de 109’a yakın iş kazaları meydana gelmiştir.

Bu hadiselerin önemi yukarıda zikredildiği gibi şuradan kaynaklanmaktadır; “Fast Fashion” yani hızlı moda. Ucuza üretilip ucuza satılan neredeyse tek kullanımlık ürünleri piyasa sürüp maksimum tüketimi teşvik eden bu anlayış postmodernizmin çeşitliliğinin cazibesi ile kitlelere bunu kabul ettirmektedir. Bu amaçlar doğrultusunda küresel patronlar kapitalist anlayışın teşhir vitrini olan postmodernist anlayış ile servetlerine servet katmaktadır. Bunu yaparken de çalışanlarının tamamına yakınını kadınlardan ve çocuklardan seçmektedirler. Bu seri üretimin kesilmemesi için Vietnam’da işe alınacak kadınlara hamile kalmamaları için sözleşme imzalatılıyor; Brezilya ve Fas’ta annelere annelik yardımı verilmiyor. Bu gelişmelerle bağlantılı

olarak kadınların sözde özgürlüğü ekolu ile ortaya atılan İstanbul Sözleşmesi’nin dünya çapında elit ve nüfuslu kitlelerden destek görmesinin sebebi burada yatmaktadır.

Postmodernizm genel olarak;

  • Aynı zamanda üretici olan modernizmin mutlak doğrularını yetersiz bulur, kendi başına yetmediğini ispatlamaya çalışırken toplum kültürünü de dönüştürür,
  • Çeşitlilik peşinde olup küresel tüketime teşvik eder, bu anlayış altında tüketime meylettirir.
  • Duygularda bile tüketime sevk eden postmodernist anlayış çiftler arasındaki aşkı bile tüketim aracı olarak görüp gerçek değerleri sembolik araçlar olarak tanımlar. Çiftlerin birbirlerine ulaşamama zamanlarında arzularının peşinden gidip yeni bir “aşk” tüketim girişiminde bulunan kişi veya toplumları normal karşılar hatta böyle olmasını hedefler. Bu nedenle evlilikler kısa süreli olmakta ve boşanmalar artmaktadır. Bu yaşam tarzı çerçevesinde çiftler karşılıklı olarak saygı, sevgi, beklenti ve heyecan gibi duyguları rahatlıkla tüketebilmektedirler.
  • Çalışmaktan arta kalan zamanı da tüketme eğilimindedir. Örneğin alışverişe giden bir bireyin yalnızca bir şeyler almak zorunda hissettirmez. Plansız ve amaçsız bir eylem olarak gördüğü için sadece bakınma ve gezmeyle yetinebilir. İşte boş zamanlarımızı geçirmek için gittiğimiz mekânlar ile yoğun tüketim alanları arasındaki korelasyon ve bağlantı çok kuvvetlidir ve bu alanlar çok benzerdir. Bu da postmodernist anlayışın toplum içerisinde ne denli içselleştirildiğinin dikkat çekici bir örneğidir.
  • Tüketimi bireyin diğer bireye karşı üstünlük kazanma ve toplumda saygınlık kazanma ya da sayılma aracı olarak görür. Bu da tüketime imkânı olan kesimlerin zayıf olan kesimlere karşı ezici bir üstünlük iddia etme ile sonuçlanmaktadır.

İşte bu noktalardan hareketle tüketilen şeyin sadece üretilen malzeme ve genel olarak maddi unsurlar olmadığını esas olarak duyguların, zamanın, umutların o fabrikaların çarklarına yağ, depolarına yakıt olarak kullanıldıklarını görmekteyiz. Toplumu fiziksel olarak birbirine yaklaştırıp gerçek bir uzaklığa terk eden bu anlayış dünyanın en büyük problemidir.