TARİHİ SÜREÇ İÇİNDE FAİZ

Faiz ilk çağlardan itibaren ödünç işlemleriyle birlikte ortaya çıkmıştır. Ülkemizde yapılan kazılarda Asurlu tüccarların M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu halkına % 100 faizle ödünç altın ve gümüş para ile, kalay ve buğday sattığını ortaya koymuştur. Neredeyse insanlık tarihi kadar eski olan faiz din adamlarıyla birlikte filozof ve iktisatçıların sürekli ilgisine mahzar olmuştur.

Faiz bütün dinlerde ve gelmiş geçmiş bütün hukuk düzenlerinde devlet otoritesinin müdahalesine konu olmuştur. Ödünç sözleşmeleri ve diğer tür mukavelelerden kaynaklanan ana borcun üzerindeki meblağların borca dahil edilmesi, alacaklıya karşılıksız kazanç sağlaması ve borçluyu iktisaden zor duruma düşüren sonuçları nedeniyle, hem ahlaki hem toplumsal açıdan daima sakıncalı bulunmuştur İlkçağlardan itibaren faiz, bir doktrin, adalet ve ahlâk meselesi olarak ele alınmış ve mahk°m edilmiştir.

Büyük Yunan filozofu Aristo Politika adlı meşhur kitabında şöyle der:

“En çok tiksinmeyi hak eden, faizciliktir: çünkü bundan sağlanan kazanç, doğrudan doğruya paranın kendi varlığından ileri gelir ve paranın doğuşuna yol açmış olan ereğe aykırıdır. Zira para mübadele için yaratılmıştır; oysa faiz paranın miktarını çoğaltır….. dolayısıyla da doğaya en aykırı düşen para kazanma tarzıdır.”

Saint Thomas d’Aquin’e göre: “Parayı ve paranın kullanımını ayrı ayrı satmak imkânı yoktur. Herhangi bir malın bizzat kendisiyle kullanımını ayırmak ve böylece satmak mümkün olmadığına göre, kullanım karşılığı olan bir faiz istemek aslında haksızlık, hatta hırsızlıktır. Çünkü bu ayni şeyi iki defa satmak (kullanımıyla bizzat malın kendisini) demektir. Faiz, zamanın bir fiyatı ise, hiç kimse faiz talep etme durumunda değildir. Çünkü zaman bütün insanlar için ortaktır ve sadece Tanrı’ya aittir. Öyleyse, bir faiz ödetmek, hem hırsızlıktır ve hem de zamanı insanlara bedava veren Tanrı’ya karşı işlenmiş bir suçtur.”

Roma hukukunda olsun eski Yunanda olsun, değişik yaklaşımlarla bile olsa faizin sınırlandırılması, hatta yasaklanması yoluna gidilmiştir.



Yahudilik’in orijinal halinde faiz yasaklanmıştı. Daha sonra İsrail kavmi arasındaki ilişkiler gözetilerek bu yasak saptırılmış ve sadece Yahudiler arasında geçerli olduğu, Yahudi olmayanlardan faiz alınmasının serbest olduğu hükmüne varılmıştır.

Hıristiyan dininde faize karşı olan tutum çeşitli evrelerden geçmiştir. Hz. İsa faiz işlemlerini dolaylı olarak ret ederek, müritlerine çıkar gözetmeksizin yardım suretiyle hayır işlemelerini öğütlerdi. Kilise yasak konusunda uzun süre ısrarlı olmuşsa da, sonra toplumsal ve iktisadî hayatın baskısıyla ve özellikle kapitalizmin ortaya çıkmasıyla yavaş yavaş faizle ödüncü kab°le yanaşmıştır. Jean Calvin faize sadece tüketim açısından bakmamış, üretimi de dikkate alarak bu maksatla faizle para almaya cevaz vermiştir.

Merkantilistlere göre faiz sermayenin kirasıdır. Merkantilistler faizi, arazinin icarı ve gayrimenkulların kirasıyla aynı hükümde ve değerde tutarak “faiz de kapitalin kirasıdır” demişlerdir.

Fizyokratlara göre de, bir para tutarının ödünç verilmesi halinde hak ettiği faiz, bu parayla satın alınabilecek toprağın getireceği ranttan daha az olamaz.

Adam Smith ve David Ricardo gibi klasik ekonomistler faizin, ödünç alanın ödünç paradan sağlayacağı kâr için alacaklıya ödediği karşılık olarak görmüşlerdir.

Sermayedar=müteşebbis görüşünden hareket eden klasik iktisatçılarda faiz ve kâr iç içe ele alınmış ve birbirine karıştırılmıştır. Klasiklerin içinde bulundukları sanayileşme süreci bu varsayımı haklı gösteriyordu.

Kur’anı incelediğini bildiğimiz, K. Marks, faizi tabiata aykırı ve ahlâksızlık olarak nitelemiştir.

Keynes, klasik iktisatçılardan ayrılarak, faizin tasarruflar için gerekli olmadığını savunmuştur. O’na göre faiz yatırımları teşvik etmez, aksine engeller.