Aynı zamanda Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'in devre arkadaşı olan Taraf gazetesi yazarı Namık Çınar, TSK'dan teğmenken ayrılmıştı.

Taraf gazetesindeki bugünkü köşesinde Selahattin Demirtaş'ın Başbakan Erdoğan'a gönderdiği 'Bildiğin gibi değil' kitabını değerlendiren Çınar, 'Kürt olmak yasak olmaktan çıkmış, yıllar içinde suç haline gelmiş, bir de üstelik. Bir toplumun egemen unsurları, "etle tırnak gibiyiz, bin yıldır kardeş gibiyiz" dediklerine, sonra kalkar da, hiç bunları yapar mı?' diye yazdı.

Çınar, 'Ben de artık bir Kürt'üm. Ve bunu en önce ben söylemek isterdim; ama ne yapayım ki, Sırrı Süreyya Önder çıkıp daha önce söyledi. "Sorun çözülene kadar, ben de Kürt'üm", dedi. Aynısını şimdi ben de söylemek istiyorum; sorun çözülene kadar, mağdurun yanında olmanın bir işareti olarak, artık ben de bir Kürt sayılmak istiyorum.' satırlarını da kaleme aldı.

İşte Namık Çınar'ın bugünkü o yazısı

Selahattin Demirtaş'ın, okuması için Başbakan'a gönderdiği Bildiğin Gibi Değil adlı kitap, doğrusu epeyi sarstı beni. Kimi Kürt gençlerinin anlattıkları Güneydoğu'daki o çocukluk anılarından sonra, zaman zaman yaptığım gibi, kendi çocukluk anılarımdan "yok şöyle acılıydılar, yok böyle çileliydiler" diye, bir daha hiç söz etmesem mi acaba?

YAPILAN ZULMÜ BİLMEDEN..

Kürtlere yapılmış olan zulümler bilinmeden, Kürt Meselesi'ni anlamak da, çözmek de mümkün değil, bana kalırsa.

Öyle ki, Kürt olmak yasak olmaktan çıkmış, yıllar içinde suç haline gelmiş, bir de üstelik.

Bir toplumun egemen unsurları, "etle tırnak gibiyiz, bin yıldır kardeş gibiyiz" dediklerine, sonra kalkar da, hiç bunları yapar mı?

Filmlerde, öykülerde, romanlarda görüp okudukları, dinledikleri ve şaştıkları yeryüzü zorbalıklarını, meğerse kendi devletinin de yapıp-ettiğini iyice öğrenmelidir bu halk. Neler olup bittiğini, herkes artık gerçekten bilmelidir.

DEVLET NE KADAR UTANSA YERİDİR

Devlet; jandarmasıyla, polisiyle, askeriyle, politikacısıyla ve tüm bürokrasisiyle, Kürtlere bütün bu yaptıklarından dolayı ne denli dövünse, ne denli utansa yeridir.

Ey seksenlerin doksanların generalleri, polis müdürleri; orduya ve teşkilatlarınıza bunları da yaptırmışsınız ya, yazıklar olsun!

Ey ordu ve polis teşkilatı; o generalleri, o müdürleri dinleyip, bu anlatılanları yapmışsınız ya, size de yazıklar olsun!

İçinden çıktığım kurumdaki kimi üyelerin ihanetle suçlamalarını ve silkelemelerini dahi göze alarak, bu kavgada iyi ki "devlet"in tarafında yer almadım da, mazlumun kim olduğunu bütün berraklığıyla seçebildim, o sayede.

BEN DE ARTIK KÜRDÜM

Ben de artık bir Kürt'üm. Ve bunu en önce ben söylemek isterdim; ama ne yapayım ki, Sırrı Süreyya Önder çıkıp daha önce söyledi. "Sorun çözülene kadar, ben de Kürt'üm", dedi. Aynısını şimdi ben de söylemek istiyorum; sorun çözülene kadar, mağdurun yanında olmanın bir işareti olarak, artık ben de bir Kürt sayılmak istiyorum.

Ama şuna da gülesim gelmiyor değil, hani. Bir Türk olarak, bu konuda da Kürtleri geçtik ve ben, onlardan önce Kürt olabildim, bak gene de.

Her ne olursa olsun, acıları çekmişlerin değil de, o acıları çektirmiş olanların, yani zalimlerin hâli, daha bir sarsıcı gelir bana nedense. İkisinden birini önerseler, meselâ hangisi olmak isterdiniz, siz?

KÜRT İSYANINI SÜRDÜRENLERE İKİ ÇİFT LAFIM VAR

Mademki aynı zamanda Kürt'üm; Kürt isyanını sürdürenlere de iki çift lâfım olsun artık:

İşin içine savaşın ruhu girince, kimi olsa zorbalaştırır o savaş. Sadece devlet değil, siz de zorbasınız, bu bakımdan. Hâlbuki, haklı sayılabilecek hiçbir zorbalık, hiçbir zalimlik görülmemiştir, şimdiye kadar. Savaş başlayınca, kiminki meşru savunmadır, kiminki değildir, hiç belli olmaz.

Zaten harp doktrininin en temel ilkelerinden biri, "savunma"nın asıl amaçlanan bir harekât tarzı olmadığıdır. Savaşanlar, savunmayı nihai netice alıcı muharebe şekli olan "taarruz"a zemin hazırlamak üzere yaparlar. Savunma, amaçlanan taarruzi harekâta sadece zaman kazanmayı sağlayan bir araçtır.

Hedeflenen esas harekât biçimi taarruz olacaksa, o saldırının özünde haksızlıkların, kötülüklerin, zulümlerin potansiyeli de, kesinkes barınıyor demektir. O halde, saldırmak asılsa, acı çektirmek, haksızlık yapmak, zalim olmak da kaçınılmaz görülmelidir.

DÜRÜSTÇE YAPILAN BİR SAVAŞ HİÇ OLMADI

Hiçbir muharebe şekli, netice alınmış olsa bile, hele hele bir iç savaşta, birbirleriyle dövüşenlere onurlu ve saygın bir tarih bahşetmez. İnsana yakışan ve dürüstçe yapılmış sayılan bir savaş, hiçbir zaman, hiçbir yerde olmamıştır.

Savaş, çatışan insan topluluklarının, delirme safhasına geçmeleri, zıvanadan çıkmaları ve vahşileşmeleri halidir. O nedenle de, harp eden gözü dönmüş topluluklar, böylesi marifetlerini, hem beğenmek ve hem de beğendirmek adına, tıpkı kokuşmuş yiyeceklerin yenebilmeleri için bolca soslanmaları gibi, şan ve şeref üzerine yazılıp söylenegelen bir dolu marşlarla, şiirlerle, kahramanlık menkıbeleriyle ve ritüellerle süsler, dururlar.

O yüzden, saçının teline kadar teröre batmış bir Kürt hareketi tarihsel haklılığı gölgelemekte ve devletin suç işlemiş unsurlarını âdetâ meşrulaştırmaktadır.

İNİSİYATİF ALMALARI ÇOK ÖNEMLİ

Çözüm formülleri bakımından, önümüzdeki anayasa yapma süreci ve savaşan unsurların dışındaki siyasal perspektiflerin inisiyatif almaları, çok önem kazanmıştır.

Fakat bir yandan da, problemi gidermek için, iç savaşın yaratıcısı ve körükleyicisi olan 12 Eylül Anayasası'nı değiştirecek iradenin temsilcilerinden görünen Süheyl Batum gibi kimselerle yola çıkılıyor olması, ironik bir şekilde, yakında üstüne basarak kayıp düşeceğimiz bir muz kabuğunu daha şimdiden görmek gibi umutsuzca gelmiyor mu, size de?

Ne dersiniz; bu koca ülke, kala kala bugünün Aldıkaçtılarına mı kalacak, yeniden?

Editör: Haber Merkezi