Feyzullah Zerey

Selahaddin; muttaki, merhametli, âlicenap, zeki, anlayışlı ve affediciydi. Bencillik, hırs, tamah ve kibir namına kalbinde bir şey bulunmayan ve dünyaya meyletmeyen bir Hak sevdalısıydı. İnsanların korkudan dehşete düştüğü ve akli melekelerini yitirdiği zamanlarda dimdik ayakta durabilen, korkmayan ve isabetli kararlar alan bir devlet adamıydı.

Onun hakkında dost-düşman, müslim-gayri müslim olanlardan yüzlercesi yazılar yazdı, konuşmalar yaptı ve hepsi kendisini hayranlıkla yâd etti. En büyük düşmanı Kral Richard’i (Aslan Yürekli Richard) dahi “Ben Selahaddin’den insanlık öğrendim” dedirtmek zorunda bırakmıştır.

Selahaddin, sürekli ilim meclislerinde âlimlerle otururdu. Onlarla çeşitli ilim dallarında konuşurdu. Peygamber Efendimiz (sav)’in ahlakıyla ahlaklanmıştı. İnsanlar onda peygamberlerde gördükleri meziyetlere benzer meziyetler görürdü.
Selahaddin’in en temel politikalarından biri dini eğitim kurumları olan medreseleri kurup geliştirmek, âlim ve bilgin insanları yetiştirmekti.

Günümüz insanları onun gibi kahramanları özlemle beklediği gibi günümüz liderlerinin de Salahaddin’den alacakları çok dersler vardır.

ŞARKIN EN SEVGİLİ KOMUTANI YETİŞİYOR
İslam tarihinin en parlak devirlerinden biri hiç şüphesiz Selahaddin’in hüküm sürdüğü dönemdir. Selahaddin, Revvadiye Kürt’lerinden olup 1137 yılında Tikrit’te dünyaya geldi. Babası Necmeddin Eyyub, Selçuklu devletinin Tikrit valiliğini yaptığı bir sırada Musul Atabegi İmadeddin Zengi, Abbasilerle girdiği savaşta yenildi. Necmeddin Eyyub, Zengi’ye yardım ederek onun Fırat’ı geçmesine yardımcı oldu. Böylece aralarında bir dostluk oluştu ve kendisini ülkesine davet etti. Necmeddin Eyyub ve kardeşleri Musul’a gittikleri yıl Selahaddin doğdu. Büyük bir iltifatla karşılanıp emirlik payesi aldılar ve bundan sonra İmadeddin Zengi ile beraber savaşlara katılıp Zengi devletinin gelişmesi için çalıştı. İmadeddin vefat edince oğlu Nureddin tahta geçti. Onunla yaşıt olan Selahaddin, onun en büyük yardımcısı ve emiri oldu. Nureddin, Selahaddini yanından hiç ayırmadı.

MISIR SEFERİ
Mısır’da vezirlikten uzaklaştırılan Fâtımî vezîri, Nûreddîn’den yardım isteyince Nûreddîn, Selahaddin’in amcası Şîrkuh’u askeri bir birliğin başında Mısır’a gönderdi. Şîrkuh kendisine yardım etmesi için, Salâhaddîn’i beraberinde götürmek istediyse de Selahaddin, ilim öğrenmeyi tercih ettiği için gitmek istemedi, babasının ısrarlarıyla Mısır seferine katılmayı kabul etti.

YENİ BİR DEVLET
Mısır’da idareyi ele geçirdikten iki ay sonra Şirkuh vefat etti. Onun yerine Selahaddin getirildi. Selahaddin, gösterdiği askeri ve siyasi başarılar sonucunda bir süre sonra Fâtımî hilâfetini ortadan kaldırıp Abbâsî halîfesi adına hutbe okuttu. Böylece iki buçuk asrı aşkın bir zaman diliminde (909–1171) hüküm süren Fâtımî devletinin yerine yeni bir devlet idâreye hâkim oldu. Artık O, Sultan Selahaddin’di.

Nûreddîn Zengî vefat edince, Sultan Selahaddin, uzun uğraşlar sonucunda Suriye’deki hâkimiyeti ele geçirdi. Bunun üzerine Abbâsî halîfesi, Mısır, Suriye ve el-Cezîre üzerinde Salâhaddîn’in hâkimiyetini tanıdığına dâir sened gönderdikten sonra Sultan Selahaddin, bağımsızlığını ilan edip kendi adına hutbe okuttu.

KİMLERDEN ETKİLENDİ?
Sultân Selahaddin’in şahsiyetinin oluşmasında babası Eyyûb, amcası Şîrkuh ve arkadaşı Sultan Nureddin’in önemli tesîrleri oldu. Babasından sükûnet, vakar ve siyâsî basîret alan Selahaddin, amcasından da kahramanlık, cesâret ve savaş taktiklerini almıştır. Gençliğinin önemli bir bölümünü beraber geçirdiği Sultan Nûreddîn’den sultanlık tecrübeleri de alan Selahaddin, tarihin en büyük devlet adamlarından biri oldu.

ŞAM VE MISIR İLİM MERKEZİ OLDU
Her ne kadar Selahaddin, askeri başarılarıyla ve Kudüs’ün fatihi olarak bilinse de aslında kendisi çok yönlü bir insandır. Kurduğu medreseler, sosyal hizmet müesseseleri, imar faaliyetleri onun ne denli bir idareci olduğunu göstermektedir.
Selahaddin’in hakim olduğu dönemler İslam tarihinde ilmi açıdan da en parlak olduğu dönemlerden biridir.

Sultan Nureddin devrinde Selahaddin’in de yardımıyla Şam ve çevresinde ilmi canlılık başladı. Medreseler açıldı, tedrisat yapan hoca ve talebelerin maişetini temin etmek için vakıflar kuruldu. Binlerce kişi İslam âleminin muhtelif mıntıkalarından buraya ilim öğrenmeye geldi.

Selahaddin, Şam’daki medreselere ek olarak Mısır’da da büyük medreseler inşa etti ve medreselerin ihtiyacını gidermek için vakıflar kurdu. Kuzey Afrika ve Endülüs’ten birçok âlim buralara gelerek ilmi faaliyetlerde bulundu.

SELAHADDİN BİR ÂLİMDİ
Sultân Salâhaddîn’in bizzat kendisi Kur’ân’ı, Ebû Temmâm’ın el-Hamâse’sini, Ebû İshâk eş-Şîrâzî’nin et-Tenbîh fi’l-Fıkh’ını ezberden biliyordu. Çeşitli ilmi dallarda kendisini yetiştirmişti. Özellikle hadis ilminde ilerlemişti.

BU DÖNEMDE BÜYÜK ÂLİMLER YETİŞTİ
Selahaddin, gençliğinden beri kitaplara ve ilmi meclislere düşkündü. Âlimlerin sohbetlerine katılırdı. Özellikle hadis dinlemeye karşı özel bir ilgisi vardı. Fatimi’lerden kalma yüz binlerce kitap saraydan çıkarılarak insanlara satıldı ve böylece bu kitaplar İslam âlemine yayıldı.

Eyyubi devleti büyük ilmi merkezleri içinde barındırdığı için İslam âleminin kültürel birlikteliğini sağladı. İlim adamları rahat bir şekilde dolaşabildi ve değerli âlimler yetişti.

Kırââtta eş-Şâtıbî, hadîste İbn Asâkir, fıkıhta İbn Kudame’ler ve Şehrezûrî’ler, tasavvufta Hayât el-Harrânî, dil ve edebiyatta İbn Münkız gibi çağını aşan şahsiyetler ile felsefe ve tıpta Sühreverdî, İbn Meymûn, Seyfeddîn el-Âmidî, Abdüllatîf el-Bağdâdî, İbnü’l-Baytâr ve Mühezzibüddîn ed-Dahvâr gibi büyük filozof ve tabîpler yetişti.

KLİNİK TIP ORTAYA ÇIKTI
Selahaddin, Mısır, Şam ve el-Cezîre gibi önemli bölgelerde hastaneler inşâ etti, bu hastaneler zamanla birer tıp merkezi hâline gelip tabipler yetiştirdi. Bu hastanelerden Dımaşk’ta Nûreddîn’in inşâ ettiği el-Bîmâristân en-Nûri (Büyük Hastane) ile Kahire’de Selahaddin’in inşâ ettiği el-Bîmâristân en-Nâsırî (Salâhiyye Hastanesi) Selahaddin dönemindeki önemli tıp merkezleri olarak faaliyetlerini sürdürmüştür. Bu hastanelerde yapılan tıbbî araştırmalar ile verilen tıp eğitimi sayesinde klinik tıp ortaya çıkmıştır.

KUDÜS MÜFTÜSÜ ŞEYH İKRİME, SELAHADDİN’İN ŞEFKATİNİ DÜNYA GÖRMELİDİR
“Selahaddin Haçlıların Müslümanlara yaptıklarını görmezden geldi ve yerli Hristiyanlara şehirde ikamet etme izni verdi. Haçlıların ise aileleri ve çocuklarıyla birlikte orayı terk etmelerini emretti. Suriye ve Trablusşam bölgelerine gitmeleri için onlara 40 gün mühlet verdi. Bir erkeğin fidyesini 10 dinar, bir kadının 5 dinar, bir çocuğun fidyesini de 1 dinar olarak tayin etti. Anlaşma şartlarından birisi de fidye veremeyen kimsenin esir alınacağı şeklindeydi; ancak Selahaddin’in eşsiz cömertliği buna izin vermedi ve şefkatine kulak verdi. 10 bin kişinin fidyesini bizzat kendisi ödedi. Hoşgörüsü o dereceye varmıştı ki güçsüzlere para ve binek veriyor kadınların arabuluculuklarından dolayı kocalarını serbest bırakıyordu. Diğerlerine de merhamet ve şefkatle davrandı. H. 493/M. 1099 yılında Kudüs-ü Şerif’i işgal ettiklerinde Haçlıların ortaya koyduğu kabalık ve vahşilik ile Selahaddin’in hoşgörüsü ve insanlığı arasındaki müthiş farkı dünya görmelidir.”

TARİHÇİ KADI BAHÂEDDİN İBN ŞEDDÂD; SELAHADDİN, CİHAD AŞIĞIYDI
“Cihad aşkı, cihad muhabbeti onun damarlarında çağlıyordu ve kalbini, kafasını kaplamıştı. Konuşmalarının konusu daima buydu. Her an onun için hazırlıklar yapıyordu. Onun için gerekli olan malzemeler, silahlar, ihtiyaçlar tespit edilip temin ediliyordu. O, işe yarayacak insanları araştırıyor; cihadı hatırlatan, ona teşvik eden kimselere yöneliyordu. İşte bu cihad uğruna o, çoluk çocuğundan, sülâlesinden, vatanından, yuvasından ve bütün mal ve mülkünden ayrılmaya razı olmuş ve bir rüzgârın söküp savurabileceği kadar basit bir çadırda yaşamaya katlanmıştı. Bir kimse onun yanına oturup sohbet etme fırsatı elde etse hemen ona cihadın faziletini anlatmaya başlardı. Savaş alanında sultanın durumu insana, tek oğlunu kaybetmiş bir ananın ciğerinin yanışını, ızdırabını anlatır gibi olurdu. Bir saftan bir safa atının üstünde koşturur, durmadan dolaşır, askerleri cihada özendirir, teşvik ederdi. Bütün ordunun arasında dolaşır, ‘Yâ lel İslâm (İslâm’a yardıma koşun)’ diye bağırır, bir taraftan da gözlerinden yaşlar boşanırdı.”

TARİHE İBRET VEFATI
Selahaddin, 1193’te 56 yasında Şam’da vefat etti. Ölüm döşeğindeyken, emri gereğince şehre dağılan münâdiler, mızrağa geçirilmiş kefenini göstererek şu ibret yüklü sözü haykırmışlardı: “Ey ahâli!.. Şarkın hâkimi Sultan Selahaddin ölmek üzeredir. Ahirete ancak şu bez parçasını götürebilecektir. Öyleyse, Allah’a kullukta gevşeklik göstermeyin!..”
Selahaddin için canımı vermeye hazırdım.

İbn Şeddâd, Sultanın ölümünü ve ona olan hayranlığını şu şekilde ifade ediyor: “Ben, eskiden insanların başkaları uğruna canlarını kurban ettiklerini, onun adına canını feda ettiklerini duyardım da, bunların gerçek olmayan temenniler ve zoraki gösteriler olduğunu zannederdim. Fakat bugün gördüm ki, bu bir hakikattir. Bizzat ben ve pek çok insan öyle idik ki, imkânı olsaydı onun hayatını devam ettirmek için canlarımızı hemen verebilirdik. Onun canı geri gelseydi kendi canlarımızı hemen karşılığında verirdik.”
Editör: Haber Merkezi