İbrahim Sediyani

Üzerinde yaşadığımız coğrafya, köklü bir tarihî geçmişe, zengin bir medeniyet yelpazesine ve semiz bir kültür birikimine sahiptir. Bilhassa Kürdistan coğrafyası ve Mezopotamya bölgesi tarihin ve medeniyetin beşiği, ilim ve kültürün kaynağıdır.

     Tevrat’ta, hayatın Hz. Adem ve Hz. Havva ile beraber Dicle – Fırat arasında başladığı yazılıdır. Yine Nûh Tufanı Botan (Cizre / Şırnak) topraklarında başlamış, Hz. Nûh dünyayı bu coğrafyadan başlayarak yeniden kurmuştur. Hz. İbrahim, Hz. Eyyub burada yaşamış, Arap Yarımadası’ndan sonra İslam’a giren ilk coğrafya Kürdistan olmuştur. “Peygamberler diyarı” olan Kürdistan coğrafyasının tarihi, insanlığın tarihiyle yaşıttır.

     Şırnak vilayetimizin gerçek (eski) adı “Şehr-i Nûh” olup, “Nûh’un şehri” demektir. Bugün kullandığımız “Şırnak” ismi, bu “Şehr-i Nûh” isminin evrilmiş şeklidir. Şehir, binyıllar boyunca “Şehr-i Nûh” adıyla yaşadıktan sonra “Şırnak” adını almıştır.

     “Şehr-i Nûh” (Şırnak), ismini Hz. Nûh (as) Peygamber’den alır. Tevrat’ta, dünyadaki hayatın Dicle ve Fırat nehirleri arasında başladığının yazılmasını da dikkate alırsak, yeryüzünde hayatın iki defa yeniden başladığını (Hz. Âdem ve Hz. Nûh) ve ikisinin de Kürdistan topraklarında gerçekleştiğini kabullenmek durumunda kalırız.

     Hz. Nûh (as), dünyayı yeniden kurduğu için “2. Âdem” olarak anılır. Zaten “Nûh”, Kürtçe’de “yeni” demektir.

     “Şehr-i Nûh”, yanı şimdiki adıyla “Şırnak”, yeryüzünde kurulan ilk şehirdir, ilk yerleşim birimidir. Bizzat Hz. Nûh (as) ve ashabı tarafından tufandan sonra kurulmuştur.

     Yüce kitabımız Kûr’ân-ı Kerîm’de Nûh Tufanı anlatılırken, Nûh’un gemisinin Cudi Dağı’na oturduğu belirtilmektedir ki, Cudi Dağı, Şırnak (Şehr-i Nûh) vilayetimizdedir:

     “(Nihayet) ‘ey yer suyunu yut ve ey gök tut’ denildi. Su çekildi, iş bitirildi ve (gemi de) Cudi’ye oturdu. Ve ‘o zâlîmler topluluğunun canı cehenneme!’ denildi.” (Hûd sûresi, 44. âyet))

     Asıl hayret verici olan husus ise, bu dağın adıdır. Zira Cudi adı bile, öyle açık ve net bir şekilde Nûh Tufanı’nı hatırlatmaktadır ki, gerçekten heyecan vericidir.

     “Cûdi” adı, Kürtçe bir ad olup, “cu” (yer, sığınılacak yer) ve “di” (gördü, buldu) sözcüklerinden oluşmuştur ve “kendine sığınacak bir yer buldu” demektir. Evet, “Cudi” kelimesi Kürtçe’de bu anlama geliyor ve bu isim bile, Nûh’un gemisinin, onca tufandan, su ve dalgalardan sonra bu dağın üstüne oturup batmaktan kurtulmasını anlatıyor. Cûdi Dağı’nın adı bile tek başına Nûh Tufanı’nı ve Nûh’un gemisini anlatıyor.

     Binyıllar boyunca “Şehr-i Nûh” adını taşıyan şehre “Şırnak” adını verenler Türkler değil, Ermeniler’dir. Bu isim Ermenice’dir ve ne anlama geliyor, biliyor musunuz? “Gemi şehri”... “Şırnak” ismindeki “nak” sözcüğü Ermenice’de “gemi” demektir.

     13. yy’a kadar Ermeniler de Nûh’un gemisinin Cûdi Dağı’na oturduğuna inanıyorlardı ve Ağrı Dağı ile ilgili iddiâlar Ermeni metinlerinde ilk olarak 13. yy’dan itibaren yer almaya başladı. Bu ise bilimsel değil, tamamen “siyasî amaçlı” idi.

     Gaziantep (Dîluk) ilinin Nizip (Belqıs) ilçesine bağlı Karkamış nâhiyesinin gerçek (eski) adı ise “Gılgameş” olup, adını en meşhur Kürt efsanelerinden biri olan Gılgameş Destanı’ndan alıyor. Gılgameş, Hz. Nûh (as) Peygamber’in beşinci kuşaktan torunudur.

     Hz. İbrahim (as) Peygamber, bildiğimiz gibi Şanlıurfa (Rîha)’lıdır ve bir mağarada doğmuştur. Şanlıurfa’nın gerçek (eski) adı olan “Rîha” adı da “İbrahim” adından gelmedir.

     İbrahim’in bir mağarada doğduğunu söyledik. Bu mağara bugün halen ziyaret edilmektedir. Gerçekten bir bağ var mıdır yoksa tamamen bir tevafuk mudur, bilmiyoruz, ama “İbrahim”  adının gramatik açılımını yaptığımızda, karşımıza şöyle ilginç bir tespit çıkıyor: Kürtçe’de “bra” sözcüğü “kardeş” demekken, “him” sözcüğü de “mağara” anlamına gelir. Bu durumda “İbrahim” (ya da “Brahim”), “mağaranın kardeşi” demektir.

     Hz. İbrahim (as)’e her türlü işkence ve eziyeti yapan, O’nu ateşe attıran hükümdar, Nemrûd’dur. Bugün Adıyaman’da bir dağın adı Nemrûd Dağı’dır. Hatta bu dağdaki büyük insanbaşı heykelinin Nemrûd’a ait olduğunu söyleyenler bile var.

     Nemrûd, Allâh’a karşı isyanda, şirk ve zûlümde çok ileri gitmişti. Öyle ki “ilâhlık” taslıyor, “ölümsüz” olduğunu iddiâ ediyordu. İslam kaynaklarının bize aktardığına göre Nemrûd, insanlık tarihinde “ölümsüzlük” iddiâsında bulunan, kendisinin “ölümsüz” olduğunu iddiâ eden ilk kişidir.

     “Nemrûd” adı zaten Kürtçe bir kelime olup “ölümsüz” demektir. Açılımı şu şekildedir:

     mır: ölüm

     mırın: ölmek

     nemrın: ölmemek

     omır: ömür (Arapça’da “umr”)

     mırî: ölü

     mırûd: ölümlü, fani

     nemrûd: ölümsüz

     mırdar: murdar

     Kürtçe bir isim olan “Nemrûd” kelimesi, “mır” (ölüm) sözcüğünden türemiştir ve “ölümsüz” demektir. Türkçe’de de kullanılan “ömür” ve “murdar” sözcükleri, Kürtçe’den geçmiş olan sözcüklerdir. Tıpkı, “İbrahim” adını konuşurken bahsettiğimiz ve Kürtçe’de “kardeş” anlamına gelen “bra” sözcüğünün Farsça’ya “birader”, İngilizce’ye “brother” ve Almanca’ya “bruder” şeklinde geçtiği gibi.

     Şanlıurfa (Rîha) vilâyetimizin bir ilçesinin adı “Harran”dır. Sahi, “Harran” adının nereden geldiğini biliyor musunuz? Söyleyelim: “Harran”, Hz. İbrahim’in kardeşinin adıdır. Kûr’ân ve İncil’de anılmıyor, ama Tevrat’ta zikredilmektedir.

     Bitlis vilayetimizin gerçek (eski) adı da “Zûlqarneyn” olup, ismini Kûr’ân’da da ismi zikredilen, ancak peygamber mi yoksa bir veli mi olduğu bilinmeyen Zûlqarneyn’den alır. “Zûlqarneyn”, Arapça bir isim olup “iki boynuzlu” demektir. Allâh-u Teâlâ, Zûlqarneyn’e doğunun ve batının hükümranlığını verdiği için bu isimle anılmıştır.(Taraf)

 Kaynak:Haberdiyarbakır

Editör: Haber Merkezi