Bir “olağanüstülükler çağı”na girdik. “Sıradışılık”ların öne geçeceği, ülkelerin ve küresel ölçekte gelişmelerin belirleyicisi olacağı bir döneme girdik. 

21. yüzyıla, ikinci çeyreğine, bu dönemde yaşadıklarımıza, dünyanın içinde bulunduğu bunalım ve çözülme işaretlerine ne isim verilirse verilsin, bu dönemin, yakın geleceğin tek özelliği olacak; o da olağanüstülüktür. Bunun sonuçları, uzantıları, yansımaları sıradışılık şeklinde gelişecektir. Ülkeler, liderler, kitleler, politikalar, güçlerarası ilişkiler, küresel sisteme dair hemen bütün gelişmeler bu olağanüstülükler çerçevesinde gelişecektir. 

Şok edici müdahaleler..

Bundan sonra kimse, çokuluslu ortaklıklardan, küresel üst yapılardan, çok katılımlı ittifak ilişkilerinden, bugüne kadarki ezberlerinden, siyasi teamüllerden, uluslararası sözleşmelerden, geleneksel güç ilişkilerinden beklenti içine girmesin. Merkez güçlerde, çevre ülkelerde radikal atılımlar, güç haritasını yerle bir edecek çıkışlar, şaşırtıcı hareketler göreceğiz.

Soğuk Savaş dönemini, ondan sonraki yirmi beş yılı adeta zihinlerimizden silecek, güç ve kaynak eksenli şok edici müdahaleler göreceğiz. Dünya genelinde güçler arası örtülümücadelenin, hesaplaşmanın açık çatışmaya, hesaplaşmayadönüştüğüne tanık olacağız. 

Her ülke savunma kalkanını indirecek

Devletlerin merkez iktidar alanının alabildiğine güçleneceğini, çevre unsurların hızla zayıflayacağını, ülkelerin korumacı ve savunmacı bir çizgiye çekileceğini göreceğiz. Bu tehdit algılamalarına bağlı olarak demokratik değerlerin zayıflayacağını, özgürlük alanlarının maalesef daralacağını göreceğiz. 

Başta merkez ülkeler olmak üzere, küresel iktidar alanını şekillendiren güçler; ABD, Avrupa'nın merkez ülkeleri, Asya'nın öne çıkan güçleri güvenliği öne çıkarıp ülkelerin savunma kalkanlarınayatırım yapacak, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana öne çıkan siyasi söylemleri anlamsızlaştırıp, eski hesaplarını öne çıkaracak. Birçok ülke içe kapanıp varolma arayışına odaklanacak. 

Sert rüzgarlar bu sefer merkez ülkeleri vuracak

Çok sert bir rüzgar yaklaşıyor. Konforumuz bozulsa da, zihinlerimiz karışsa da, endişelerimiz artsa da, huzurumuz kaçsa da bu eğilimi görmek, dikkate almak, hazırlıklı olmak zorundayız. Bu sefer yaklaşan tehditler sanıldığı gibi çevre ülkeleri değil, doğrudan merkez güçleri hedef alıyor. Küresel ekonomiyi, kaynakları, güç ilişkilerini yönetenleri hedef alıyor. İçe kapanmanın, merkezileşmenin en radikal şekli belki de bu ülkelerde görülecek. 

On yıldır ABD'nin, İngiltere'nin, Almanya ve diğer bazı Avrupa ülkelerinin olağanüstü hal yasalarını, sıkıyönetim yasalarını değiştirmelerinin, kriz dönemlerinde yaşanacak muhtemel sosyal patlamalar için hazırlık yapmalarının, bankaların kontrol altına alınmasına ve askerin iç güvenlikte kullanılmasına dair düzenlemelerinin sebebi bugünlerde anlaşılıyor. 

Önceleri sadece ekonomik krize hazırlık çerçevesinde değerlendirdiğimiz bu düzenlemelerin daha kapsamlı, daha büyük krizlerle alakası olduğu şimdilerde daha bir belirgin hale geliyor. 

ABD bunalımların kaynağı haline geldi

Düşünün, 21. yüzyılın başında ABD tek süper güçtü ve bütün dünya tereddütsüz arkasına sıralanmıştı. Yeni dünya düzeni ABD liderliğinde kurulacaktı. Oysa bugün ABD'nin böyle bir kredisinden kimse söz bile etmiyor. Dünyaya verecek kredisi, güvenilirliği kalmadı. Hiçbir ülke, müttefikleri bile, ABD'nin kendisine gelecek güvencesi vermediğini, bencilce kendi geleceğine yatırım yaptığını, savunageldiği her şeyi bir kenara itip dünyanın büyük bölümünde bunalımların kaynağı haline geldiğini gördü. 

Avrupa Birliği değerler pazarlayan bir imparatorluk olarak biçimlendirildi. Dünyaya pazarladığı tek şey demokrasi ve özgürlüklerdi. Ekonomik bir güçtü ama siyasi bir gücü hiç olmadı. Kendini savunacak ortak orduyu bile kuramadı, ABD himayesine sığındı. 

Baltıklardan Suriye sınırına uzanan bu yeni Roma İmparatorluğu, İkinci Dünya Savaşı'nda sonra inşa ettiği yer şeyi, bütün değerleri birkaç yılda silip attı. Artık AB ülkelerinden bu değerlere dair tek söz bile duyamazsınız. 

Ayarları bozuldu, hiçbir ülkeye saygı duymadılar

Sınırlı bir ekonomik kriz hem ABD'nin hem de AB'nin ayarlarını bozdu. Krizin üstesinden gelemediler, gelmediler. Çünkü ekonomik krizin çözümü ekonomik iktidarın paylaşımını zorunlu kılıyordu. Krizin sebebi de bu paylaşımın yapılmamış olmasıydı. 

İki güç de ekonomik iktidar alanının paylaşılmasının Atlantik İttifakı'nın tek merkezli küresel iktidarın parçalayacağını çok iyi biliyorlardı. Bu yüzden paylaşma yerine çatışma ve tehditleri tercih ettiler. Bu da dünya genelinde güvensizliklere, küresel güç ilişkilerinde derin kırılmalara yol açtı. 

Bugün uluslararası sistemi rehin alan sert iklimin tek sebebi budur. Bu ülkeler Latin Amerika'ya saygı duymadılar, Rusya'ya saygı duymadılar, Çin'e saygı duymadılar. Türkiye, Hindistan gibi ülkelere saygı duymadılar. Onlarla hiçbir şeyli paylaşmadılar. 19. ve 20. yüzyılda olduğu gibi yine onlara tepeden baktılar, onları kontrol altında tutmaya çalıştılar. Oysa dünya değişmiş, yeni güçler sahneye çıkmıştı. 

Şimdi dünya intikam alıyor

ABD ve AB'ye rağmen bu güçler teknolojide, sermayede, savunmada, insan kaynağında inanılmaz bir yükseliş içindeydi. Atlantik ittifakı bu yükselişi kontrol altına alabileceğini, yönetebileceğini, yönlendirebileceğini, tehdit olmaktan, rakip olmaktan çıkarabileceğini sandı. Belki de son yüz yıldır yaşadıkları en büyük yanılgı buydu. 

Dünya yükselirken onlar duraklama dönemine girmişti. Dünyanın ortak aklını alt edemeyeceklerini, eski dünyanın intikam alacağını okuyamamışlardı. Duraklama bir süre sonra gerilemeye dönüşecek, Atlantik kendi içinde bölünmeler yaşayacaktı. Nitekim bugün AB kendi içinde parçalanmaktadır. Avrupa ortak kimliği çok ağır yara almıştır, birlik sadece bir Alman imparatorluk projesine indirgenmiştir. 

Türkiye'nin yükselişi Avrupa'yı korkuttu..

Birçokları, Türkiye'nin yaşadığı sıkıntıların sadece Türkiye'ye özgüolduğunu sanıyor. Yüz yıl sonra küllerinden dirilen, yeşeren, kendi ayakları üstüne durabilen, küresel iktidar alanında varolmak için büyük bir mücadele başlatan, siyasi liderliği ile, devlet aklı ile, kadrolarıyla, kitlesel desteği ile şaşırtıcı bir ivme yakalayan Türkiye'yi yeniden cephe ülkesi yapıp bir köşeye sıkıştırmadüşüncesi artık başarılı olamayacaktı. 

ABD de, AB de Türkiye'yi böyle algıladı, yeniden yükselişini hiçbir zaman hazmedemedi, bir kez daha rehin almak için Gezi'yi, 17-25 Aralık'ı ve son olarak 15 Temmuz saldırısını planlayıp uyguladı. 15 Temmuz Türkiye'ye yok etme düşüncesiydi ve tarihimizdeki en ağır saldırılardan biriydi. Aynı ABD ve AB, müttefikleri olan Türkiye'nin yükselişinden öylesine ürkmüşlerdi ki, terör örgütlerini kayıtsız şartsız destekledi ve Türkiye'ye saldırttı. 

Terör örgütlerini yardıma çağırdılar

Bu durum ABD ve AB'nin, AB içinde Almanya'nın ekseninin nasıl kaydığına, gözlerinin nasıl döndüğüne, merkez güç olma reflekslerini nasıl kaybettiğine, PKK ve FETÖ gibi terör örgütlerine bu kadar açıklıkla sahip çıkarak terörden nasıl da medet umduklarına açık bir delildir. Bu durum aslında uluslararası sistemin çöktüğünün, bu sistemi ayakta tutanların çöktüğünün işaretiydi. 

Terörle mücadeleyi küresel siyasi söyleme dönüştüren güçlerin aslında küresel terörün mimarları olduğunun açığa düşmesiydi. Böyle bir durumda Türkiye için AB'nin hiç bir değeri kalmamıştı. Türkiye-ABD derin ilişkileri de sorgulanmaya muhtaç hale gelmişti.

Bu gerçekler sanıldığı gibi Türkiye'ye zarar vermedi, onu güçlendirdi. Yeni “olağanüstülükler çağı”na hazırlıklı girmesini sağladı. Dünya bu sert iklime girerken Türkiye birçok cephedehazırlıklarını tamamlamış, bir çok alanda mücadelesini vermişti. Belki de en tecrübeli ülke, en az şok yaşayacak ülke haline geldi. 

Almanya teröre açık destek verdi

ABD'nin FETÖ artıklarını korumaya aldığı, AB'nin bütün terör örgütü taraftarlarına ev sahipliği yaptığı, bu yönde çağrılarda bulunduğu bir dönemde iki güçle ilişkiler de daha rasyonel bir zemine oturmak zorundadır. 

Almanya'da çıkarılan PKK gazetesi, teröre şehit verdiğimiz Derik Kaymakamı Muhammet Fatih Safitürk için “Makamı başına çöktü” diye başlık atabiliyor ve bu yayına Almanya izin veriyorsa, bu açık bir düşmanlıktır. Bu ayrıca, Almanya'nın açıktan terör ülkesi ilan edilmesi için, terör saldırılarından suçlanması için bir gerekçedir.

Böyle bir durumda biz, Türkiye içindeki terör saldırılarında Alman istihbaratının parmağı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. PKK unsurlarını ülkesine çağıran Almanya'nın Türkiye'ye saldırdığınırahatlıkla söyleyebiliriz. 

“Olağanüstülükler çağı” ABD ve AB'yi sarsacak

Yeniden “olağanüstülükler çağı”na dönelim.

ABD'de Donald Trump'ın seçilmesi bunun göstergesidir. Şaşırtıcı, sıradışı uygulamalara hazır olun. Avrupa'da aşırı sağın yükselmesine, seçim sonuçlarında öne çıkmasına, ırkçı dalgaların Avrupa'yı ele geçirmesine hazır olun. “İslam kendi içinde savaşacak” diyenler, Avrupa'nın kendi içinde çatışmasına hazır olsun. 

Yaşadığımız coğrafyada ülke haritalarını yeniden çizip şehir devletleri kurmaya çalışanlar da, Atlantik'in iki yakasının dünyanın en korkutucu kriz bölgeleri olmasına hazır olsun. 

Olağanüstülükler çağı bizim coğrafyada değil Atlantik'in iki yakasında başladı. Rusya, Çin hatta Türkiye'nin, ABD ile ilişkileri “onarma” umutlarını ifade eden açıklamalarına dikkat edelim. Bu “onarma”dan söz ediliyor. Sadece bu bile, Barack Obama döneminde ABD'nin bir çok ülke ile ilişkilerinde nasıl bir deprem yaşadığınıngöstergesidir. 

Bir şeyler ters gitti, ABD'nin kendi müttefikleri üzerinde bile kredisi aşındı. Türkiye açısından bakıldığında Washignton'ın terör örgütlerini NATO müttefiklerine tercih etmesi, derin bir çatlağa neden oldu. Özellikle PKK/PYD'yi Türkiye'ye karşı müttefik ilan eden açıklamalar, tarihi nitelikteydi ve çok büyük bir sapmaydı. Ancak ben, ilişkilerin düzelmesinden çok ayrışmanın daha da büyüyeceğini, bunu Trump'ın engelleyemeyeceğini düşünüyorum. 

Çok devletli kıyamet.. 

Önümüzdeki dönemde Ortadoğu'da düşük yoğunluklu çatışmalardevam ederken, Atlantik çevresinde çok cepheli, çok devletli kıyametin kopmasına da hazır olun. ABD-Avrupa ayrışması, AB içinde ayrışma, Avrupa-Rusya gerilimleri öne çıkabilir. Doğu Avrupa-Baltık bölgesi ile Pasifik bölgesi büyük bunalımlara sahne olabilir. 

Biz krizlere hazırız. Ne olabileceğini öngörüyoruz, devlet-toplumolarak kenetlenmeye çalışıyoruz. Türkiye'nin yönü 15 Temmuz gecesi belirlenmiş, yolu çizilmiştir. Bu yönde hazırlık yapılmıştır, içerideki istihbarat aparatları temizlenmektedir. Bu yoldan dönüş olmayacaktır. 

Moral bozucu olduğunun farkındayım. Ama İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana uluslararası sistemin bu kadar dağıldığına, tehlikenin bu kadar büyüdüğüne hiç tanık olmadık.