Seyit Rıza yakalanmış. Mahkemeye çıkarılacak. Ancak aynı günlerde Atatürk, Diyarbakır ve Elazığ'a gidecektir. Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensuer çağırır yanına: "Dersim harekâtı bitti. Beyaz donlu 6 bin doğulu Elazığ'a dolmuş. Atatürk'ten Seyit Rıza'nın bağışlanmasını isteyecekler. Buna meydan vermeyelim."

1937 yılında resmi tatil günü cumartesi öğleden sonra. Atatürk pazartesi günü Elazığ'a gidecek. Kendisinden istenilen 'asılacak asılsın' ve Atatürk'ün karşısına beyaz donlular çıktığı zaman iş işten geçmiş olsun.

Trenle Elazığ'a gider. Savcıya durumu anlatır. Ancak savcı bu konuda hükümetten de şifre aldığını, ama mahkemelerin cumartesi tatil olduğunu söyleyerek bu isteği kabul etmez. Sonuçta savcı rapor alır, bu isteği kabul eden savcı yardımcısı işi üstlenir.

Hâkimin evine gider. Durumu anlatır. Hâkim de kararı yazıyordur evinde daktiloyla. Talebi ona da iletir. Önce kabul etmez. Ancak sonuçta pazar gece yarısı, yani Pazartesi gününün ilk saatlerinde mahkeme yapmaya razı olur. Ama geceleri Elazığ'a elektrik verilmemektedir. Cezaevindeki mahkeme salonunu otomobil farlarıyla aydınlatırlar. Mahkeme kararının onayı bile hazırdır. "O zaman dördüncü bölgede temyiz hakkı yoktu. Abdurrahman Paşa sıkıyönetim komutanı olarak kararı tasdik edecek kişiydi. O da 'Yukarıdaki karar tasdik olunur' demiş, basmış boş kâğıda imzasını. Yukarıya 'Abdurrahman Paşa'nın idamı' diye yazarsanız kendisi idam edilirdi." Sonunda mahkeme, içlerinde Seyit Rıza'nın da olduğu yedi kişinin idamına karar verir. Türkçe bilmediklerinden anlamazlar önce mahkemenin verdiği kararı.
 
'Evlad-ı Kerbelayız günahsızız'

"Seyit Rıza sehpaları görünce durumu anladı. 'Asacaksınız' dedi ve bana döndü 'Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin?' Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk, '40 liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz' dedi. Seyit Rıza'yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti, 'Evlad-ı Kerbelayız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir' dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingene'yi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye tekme vurdu."
Genç bir devlet memuru olarak bu olaya tanık olan ve anılarında anlatan, Süleyman Demirel hükümetlerinin ünlü Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'dir. İdam edilenlerin cesetlerinin Elazığ sokaklarında dolaştırılıp halka teşhir edildiği biliniyor, ancak anlatılan rivayetler dışında cenazelerin nereye gömüldüğü hâlâ 'devlet sırrı'.

'Senin deden eşkıyaydı'

Bu olaydan sonra Seyit Rıza'nın ailesi sürgüne gönderiliyor. Torunu Rüstem Polat da 1948'de sürgün dönüşü Hozat'ın Haçeli Köyü'nde doğuyor. "Okul çağına gelmiş olmama rağmen Dersim'deki köyümüzde okul yoktu. Ninem beni Ovacık Bölge Okulu'na yazdırdı. Okulda çok zor günler yaşadım. Örneğin okul müdürümüz en ufak yaramazlığımı gördüğünde bana 'Senin Seyit Rıza deden de bir zamanlar azılı bir eşkıyaydı. Devlet onu yakaladı ve götürüp darağacında sallandırdı. Ama sen çocuk olduğun için seni pek önemsemiyorum' derdi."

Ortaokulu bitirip askerliği yaptıktan sonra Almanya'ya gitmiş Rüstem Polat. Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde panellere katılmış. Toplantılarda Seyit Rıza'nın torunu olduğu anlaşılınca insanlar 1937 Dersim olayları, dedesinin asılması hakkında sorular yöneltiyorlarmış. En çok da dedesinin mezarının nerede olduğunu merak ediyorlarmış. Rüstem Polat'ın da kafasında bu soru her geçen gün büyümeye başlamış. Sonra da Türkiye'ye gelip idam edilen dedesi ve diğerlerinin yakıldıkları ya da gömüldükleri yer konusunda araştırmalar yapmaya başlamış. Diyarbakır'da yapılan Uluslararası Kayıplar Kurultayı'na katılarak "Seyit Rıza'nın mezarı nerede?" diye sormuş. Basın toplantısı düzenlemiş. Mezarın bulunması için avukatı Hüseyin Aygün aracılığıyla Elazığ Valiliği'ne, Elazığ Belediyesi'ne, Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı'na ve Elazığ Sağlık Müdürlüğü'ne başvurmuş.

Belediye "1958 öncesi bir kayıt bizde yoktur" karşılığını vermiş. Başsavcılık "Adı geçene ait bir kayıt arşivimizde bulunmamaktır" demiş. Sağlık Müdürlüğü'nün karşılığı da "Bizde herhangi bir bilgi veya belge yoktur" olmuş. Ancak Elazığ Valiliği hiçbir yanıt vermemiş. Yasal süre dolunca da Rüstem Polat torunu, Leyla Ağlar da kızı olarak Elazığ İdare Mahkemesi'ne başvurmuşlar. Avukat Hüseyin Aygün 'ölünün hukuki durumu'na ilişkin yaptığı değerlendirmede yasadaki "Hukuka aykırı olarak ölüden organ veya doku alan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır", 'Bir ölünün kısmen veya tamamen ceset ve kemiklerini alan kişi üç aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır' maddelerini örnek gösteriyor.

"Klasik Osmanlı ceza hukukunda idam önemli ve sık uygulanan bir cezadır. İdam edilecek kişiler şehrin meydanlarından 'ibret-i âlem' için teşhir edilerek asılır ve halka gözdağı verilirdi. Askeri veya siyasi suç işleyen kişiler ise zindanda idam edilir ve cesetleri denize atılırdı. İdam mah- kûm larının yakınları cesetleri alamazlardı. III. Selim döneminde vezirler cesetlerin denize atılmasından vazgeçilmesini önerirler. Ancak padişah 'Devletimizde merhamet çok olalı her düzen bozuldu' diyerek kabul etmez."
 
'Bayar'a anıt mezar yapıldı'

Yıllardan beri dedesinin mezar yerini bilmemenin getirdiği acıyla yaşadığını söyleyen torun Rüstem Polat, Türkiye Cumhuriyeti'ndeki idam kararlarına da değiniyor: "Yassıada'da devrin Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ı 'Devlet Baba' önce idama mahkûm etti. Sonra ilerlemiş yaşını göz önüne alarak idamı müebbet hapse çevirdi.
Bununla da kalmayarak, daha sonra kitabına uydurarak salıverdi Celal Bayar'ı. Tüm bunlar da yetinmedi, idam mahkum ettiği Bayar'a öldükten sonra Bursa'nın Gemlik ilçesindeki doğduğu köy Umurbey'de kilometrelerce uzaktan görülebilen bir anıt mezar yaptırdı. Yine o 'Devlet Baba' Yassıada'da devrin Başbakanı Adnan Menderes'i idam etti ve daha sonra, aynı 'Devlet Baba' idam ettiği Başbakan Adnan Menderes'e İstanbul'un göbeğinde bir anıt mezar yaptırdı. Bizim dedemiz için anıt mezar gibi bir talebimiz yoktur ve olamaz da. Biz sadece dedemizin gömüldüğü yeri bilmek istiyoruz."
 
Rüstem Polat dedesinin mezar yerini bulana kadar gereken her türlü girişimi yapacağını, mahkemeden sonuç alamazsa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bu davayı taşıyacağını söylüyor. İhsan Sabri Çağlayangil'in anıları bir başka bilinmeyeni daha sokmuş aklına:
"Dedemin darağacında son söz olarak söylediği, oğlu veya geride kalanlara armağan olarak teslim edilmesini istediği cep saati ile 40 lira parasının hangi haramzade görevlinin cebine indiğini de bu güne kadar öğrenemedik."

Haber vakti

Editör: Haber Merkezi