Bdp Batman Milletvekili Ayla Akat, 35 sivilin hayatını kaybettiği Uludereye ilk gidenlerden biri. Cenazelere katıldı. Bölge halkının acısını paylaştı.
Ve yaşadıklarını gördüklerini olaydan sonraki basının olayı görmezden gelen tavrını usta kalem Hasan Cemal'e bir mektupla dile getirdi

İşte 'Kürtler dün de yalnızdı bugün de yalnız!' başlıklı Ayla Akat imzalı o mektup:

Hasan Cemal,
Merhaba, duyguların yoğun olduğu anlarda yazmak da zorlaşıyor.
Uludere'ye giden aynı yoldan son beş ay içerisinde üçüncü geçişim.
İlki annelerle birlikteydi.
Yüreği yaralı Barış Anneleri.
Devlet hava operasyonlarına karar verince, her uçak kalktığında acaba nereyi vuracak, hangi annenin yüreği yanacak, hangi eve ateş düşecek diye düşünüp beklemek yerine, operasyon alanlarına koşarak, "Çözüm bu değil" diyen annelerle...
Sonraki gidişim cenaze töreni ve taziye içindi. Bir korucunun oğlu ve korucubaşının yeğeni, ölen gerilla...
Babanın gözleri yaşlı, anne feryat figan. Eşine, hayat arkadaşına sesleniyor, "Oğlumu siz öldürdünüz, mezarına toprak atmayın" sözleri bende kalan...
Ve bu son yolculuk.
Bir ömür sürdü.
Şırnak-Uludere arasındaki dolan dolan yollar bitmek bilmiyor. Devletin sıklıkla propagandasını yaptığı duble yol henüz buralara yetişmemiş.
Tek inşaat alanı yapılan güvenlik barajları. İnsanları yaşam alanlarından edip bölgeyi insansızlaştırmak, su tutarak sınır güvenliğini sağlamak amacıyla yapılan barajlar...

Acı o kadar büyük ve gerçek ki...
Sabah gün ağarmadan, Roj TV arayınca haberim olmuştu yapılan katliamdan. Diyarbakır il örgütünden iki arkadaşla beraberdik.
Konuşamıyorduk bile.
Roboski, Uludere'nin sınıra en yakın köylerinden. Mahşeri bir kalabalık toplanmış. Tepelerin sırtları insan dolu.
Feryatlar, figanlar! Şikâyet edenler, yaşlı gözler. Acı o kadar büyük ve gerçek ki. Söyleyebileceğim, yapabileceğim hiçbir şey yok.
Bir dükkânın kapısını açıyor köyün ileri gelenleri.
Çocuklar yerde yatıyor.
Sessizlik...
Kiminin vücut bütünlüğü var ama tanınmayacak halde. Kimisi paramparça bir torbanın içinde. Kiminin organları dışarı çıkmış, kiminin gözleri açık...

"Bu kazağı annesi yeni örmüştü..."
Nasıl tanıyacak aileler çocuklarını diye soruyorum ağlayarak. Bir baba, bu kazağı annesi yeni örmüştü diye cevap veriyor. Bir diğeri, bu ayakkabı benim oğlumun diyor...
Gördüklerime inanamazken duyduklarıma anlam vermeye çalışıyorum. 'Vekilim' diyor biri, 'Elinde tuttuğu yulardan (katırın yuları) tanıdık birini... O yuların hangi ailenin katırına ait olduğunu biliyoruz.' Avucunun içinde sıkı sıkı tutulan yular, ekmek kapısı, her şeyi...
Toparlanmaya çalışıyorum.
Öfkeliyim.
Açıklamalarıma da yansıyor. Hesabını soracağız diyorum. Kim olarak mı? Bir insan, bir Kürt, bir kadın ve anne olarak...
Binlerce insan bekliyor dışarıda. Onları bir araya getiren yaşanan ortak acı.
Habur'u hatırlıyorum.
Orada da mahşeri bir kalabalık vardı ama insanları bir araya getiren yaşanan ortak sevinçti. Dökülen gözyaşları sevinç gözyaşlarıydı.

Kürtleri yalnızlaştırmak...
O zaman sevincini, şimdi acısını paylaşıyor Kürt halkı.
O zaman da yalnızdı.
Şimdi de yalnız Kürt halkı...
Acıları ve sevinçleri ortaklaştıramamış bir toplum birlik ve beraberliğini nasıl sağlayabilir ki?..
Teklik mantığı ile, kimliğimizi, dilimizi, kültürümüzü, dinimizi ve inancımızı yok saymaya çalışanlar, bu amaçlarına henüz ulaşamadılar. Ancak bu politikalarla acıda ve sevinçte bizleri yalnızlaştırdılar.
Başarabildikleri bu oldu.
Halbuki, Türk ve Kürt halklarını bugüne kadar bir arada tutan değerler manevi değerlerdi.
Bu sınırları biz çizmedik HC.
Kardeşlerimizi, amcamızı, teyzemizi, halamızı, dayımızı, onların çocuklarını biz bırakmadık sınırın öte tarafında.
O yüzden bu sınırlarla her zaman problemlerimiz oldu. Çizilen sınırlar, bu gerçek karşısında sunileşti.

Hiçbir başbakan, Erdoğan kadar umut vermedi milyonlara ama...
Düşünüyorum da kendimi bildikten sonra, tanıklığımın olduğu son yirmi yıl içerisinde, hiçbir hükümet halkı çözüme bu kadar inandıramadı.
Hiçbir başbakan, Tayyip Erdoğan kadar büyük sözler etmedi. "Analar ağlamasın"diyerek milyonlara umut vermedi. Farklı kimlikleri bir söylem etrafında birleştiremedi.
Ancak, bunu başaran bir başbakan olmanın ağır sorumluluğunu da taşıyamadı Sayın Erdoğan. Bütün bu sözleri ettikten sonra bu acıların katlanarak yaşanması, halkın birlik ve bütünlük inancını sarstı.

Gençler, çocuklar ne düşünecek?
Analar ağlamasın deniyordu.
Ben cenazeler kaldırılırken gözlerindeki yaşlar durmayan gençleri, hatta çocukları gördüm. Bu gençler ve çocuklar gözyaşlarını sildikten sonra düşünmeye başlayacaklar.
Ne yaşadılar?
Kimleri kaybettiler?
Nasıl kaybettiler?
Boşluklarını nasıl dolduracaklar?
Neden bunlar onların başına geldi?
Söyleyin:
Kürt olmak ve Kürdistan'da doğmak dışında ne suçları olabilirdi bu çocukların?..
Dükkânın içine tekrar bakıyorum. İki yetişkin, gerisi çocuk. 12, 13, 14, 15'inde ancak...
Kaçakçı onlar!
Sınır ticareti yapıyorlar. Başka bir geçim kaynakları yok.
"Operasyon kazası"nda öldüler.
Önce "terörist" sanıldılar, sonra "terörist" zannedilerek öldürüldüler. Evde yatakları, okulda sıraları boş kaldı. Arkadaşları yalnız, anne babaları biçare kaldılar. Başka kimsenin haberi yoktu onlardan, zulüm coğrafyasının küçük emekçileriydi onlar.
Kışın çok soğuk geçtiği Uludere'de, bir kazak, bir pantolon, birkaç defa gidip biriktirebilirse, belki bir palto, defter kalem alabilecek.
Sınırın öte tarafı ile yapılan ticaret onlar için de geçim kaynağı. Çocuk yaşta başlayan bir öğrenme süreci bu. Tıpkı bir berberin, bir marangozun çırağı olmak gibi...
Kaçakçı onlar!

Birinci ders, Heron!
Birinci ders, Heron diye bir şey var, her şeyi görüyor. Sen görmesen de sesini duyunca saklan diye verilmiş ilk ders... Yavrular katırların altına saklanmış. Doğru bir ders değilmiş.
Kaymakam Bey diyor ki:
"Bunlar acemi, normalde Heron geçince hepsi kaçar, saklanır. Bunlar kaçmamışlar."
Çocuk aklı işte. Katırın altı onun için saklanacak yer...
Olağanüstü bir coğrafyanın olağanüstü çocukları onlar. Tıpkı, genci, kadını ve yaşlısı gibi...
Ne yazık, ülkeyi yönetenler kendi çocukları olarak görmediler bu yavruları.
Ailelerinin acısını paylaşmadılar.
Susmayı tercih ettiler.
Saatler sonra konuştular...
Keşke hiç konuşmasalardı dedirtecek cümleler kurdular.
Keşke hiç konuşmasalardı.

El ele öldüler, el ele gömüldüler
Olay yerine ilk gidenler, tanınmayacak halde olan iki çocuğun el ele tutuştuklarını görmüşler. Aileler bu nedenle o iki çocuğu aynı yerde gömmeye kara verdiler. "Onlar, el ele beraber öldü, biz ayırmayalım" dediler.
Yüreğim kor ateş oldu.
Yavrular, kim bilir nasıl korktunuz, nasıl sokuldun birbirinize?.. El ele tutuşarak, "Yalnız değilim, arkadaşlarım da burada" diye düşünerek, hava bombardımanının bitmesini beklerken, nereden bilirdiniz bir sonraki bombanın da sizin canınızı alacağını...
Cenazeler, katliamı gizlemek isteyenlere inat, binlerce insan tarafından toprağa verildi. Üzerimizden helikopterler geçiyordu.
Operasyonlar ara vermeden devam ediyor.
Gece geç saatte yetiştik Diyarbakır'a. Oğlum uyumamış, sarıldım ona... Gözyaşlarımı saklamak istedim olmadı. Çok özledim seni ondan, dedim.

"Kalk oğlum uyuma vakti değil"
Kulaklarımda, kalabalıkta yüzünü göremediğim, Kürtçe, "Kalk oğlum, uyuma vakti değil" diye ağıt yakan babanın sesi çınlıyor.
"Benim oğlum yedinci sınıf öğrencisiydi. İlk defa kaçağa gitti. Gitme dedim. 'Anne ihtiyaçlarım var, harçlığım olur' dedi ve gitti" diye ağlayan o anne gözlerimin önünden gitmiyor.
"Ailemizden 28 genci öldürdüler, genç kalmadı ailemizde" diye ağıt yakan ninenin sözleri aklımdan çıkmıyor.
Gece nasıl ağır, nasıl...
Geriye dönüyorum.

 

Haberler.com

Editör: Haber Merkezi