Mustazaf-Der Başkanı Yılmaz, Özgür Haber'in sorularını yanıtladı.

Mustazaf-Der Genel Başkanı Hüseyin Yılmaz, bu topraklarda Türklerin ne hakkı varsa, Kürtlerin de aynı haklara sahip olması gerektiğini savunarak, “Kürtçe de Türkçe gibi resmi dil olmalıdır” dedi.

Mustazaf-Der Genel Başkanı ve Hizbullah ana davasından yargılanan sanıkların avukatlığını yapan Hüseyin Yılmaz, Hizbullah'ın yayınladığı 32 maddelik manifesto, Kürtlerin talepleri ile Türk toplumunun yaklaşımını değerlendirdi.

-Hizbullah 32 maddelik manifestosunu açıkladı. Bu ne anlama geliyor?

-Yıllardır Hizbullah üzerinde çeşitli spekülasyonlar yapıldı. Hizbullah kendini anlatmadı hep başkaları Hizbullah'ı anlattı. Hizbullah'ın kendini topluma anlatmak için Avrupa'da çıkardığı “Kendi Dilinden Hizbullah” diye bir dergi vardı. Onun dışında herhangi bir yayın çıkmadı. Hep birileri Hizbullah'ı tarif etmeye kalktı. Herkes kendi kafasında Hizbullah'ı gerçek olarak vermeye çalıştı. Düşman olan, bu pencereden yaklaştı, dost olanlar da yasalardan dolayı fazla bir şey söyleyemedi. Özellikle 90'lı yıllarda tanıtım konusunda eksiklik vardı. Kimse ideolojisini, düşüncelerini sorgulamadı. Sanki Hizbullah o dönem adam öldürmek, asıp kesmek için ortaya çıkmış bir örgüt gibi lanse edildi.

-Gerçeği neydi?

-İşte bu manifestodur. Bu yeni bir süreçtir. Hizbullah artık kendini tanımlama ihtiyacı duyuyor. Beni bu şekil okuyun, beni benim dilimden, manifestomdan okuyun diyor. Bundan sonraki değerlendirmelerinizde kriterleri buna göre belirleyin diyor. Türkiye toplumuna bakışını tanımlıyor.

-Manifestoda “Kürtler özerklik, federasyon ne derse tartışmaya hazırız” şeklinde bir ibare var. Bu ne anlama geliyor?

-Bu 'İslami çerçevede olmak şartıyla Kürt sorununu çözmek noktasında hepsinde varım” anlamına geliyor. Ülkelerin sınırları birinci Dünya Savaşı'nda çizildi. Madem sınırları biz çizmedik, Kürdistan coğrafyasının 5 parçaya ayrılmasında sebebi de Kürtler değil. Bu bölünmeyi hâkim güçler yapmıştır. Bizim elimizde olmayan, irademiz dışında gerçekleşen bir sınır var.

-Manifestodaki “Hizbullah kendini Kuzey Kürdistan'da örgütler” ibaresi, bu dediğinizin karşılığı mı?

-Bu cümle kendini Misak-ı Milli sınırlarına kendini bağlı tutmuyor demektir. Hizbullah Kürdistan çıkışlı ama kendini bununla sınırlamayan, İslam kardeşliği çerçevesinde, Türkleri, Arapları da kucaklayan bir çözümden yana. İslam'ın Türklere vermiş olduğu haklar ne ise Kürtlere de bu haklar verilmiştir. Bu coğrafyada ortak yaşanacaksa, devlet Türklere hangi hakkı vermişse, Kürtlere de o hakkı tanımak zorundadır. Nüfusun yüzde 99'unun Müslüman olduğu bir coğrafyada yaşıyoruz. Biz İslam kardeşliği paydasında adil ve eşit bir bölüşümün ve tanımlamanın olduğu bir yapı istiyoruz. Mevcut sistem de bahsedilen şeyi karşılamıyor. Sistem içi çözüm bu aşamada mümkün değil. Sistem içi çözüm olabilmesi için sistemin kendini değiştirmesi lazım.

-Sistem kendini değiştirmese, Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı mı ortaya çıkar?

-Eğer Türkler, ulus devlet anlayışını terk etmezse Türkçülüğü dayatmaktan, herkesi Türk gibi görmekten, resmi ideolojisini yani Kemalizm'i dayatmaktan vazgeçmezse, herkesi bu ideoloji çerçevesinde şekillendirmeyi düşünürse o zaman bu şu manaya gelir; başkasına da ulus devlet isteme hakkı tanımış olmanız gerekir. Şuan devlet İslam kardeşliği adı altında Kürtleri Kemalist rejime entegre etmek istiyor. Kürtleri Türk devlet yapısı içinde Türk olarak görme ve tabi olmaya götürmek istiyor. Ama İslam bunu emretmiyor. İslam kardeş olun diyor. Klasik Türkçü İslamcıların söylediği bir laf vardır. “Biz Kürtlerle etle tırnak gibiyiz ayrılamayız” Bu İslami bir söylem değildir. Bu hâkim unsurun diğer unsuru kendine tabi kılma projesidir. Tırnağın vücuttaki fonksiyonu ne ki?

-İslam bu konuda ne diyor?

-İslam diyor ki “Bütün müminler bir bedenin azaları, organları gibidirler. Biri olmadan diğeri işe yaramaz” Yani elin olmazsa iş göremezsin. Tanımlama yapmıyor. Falan kavim kafadır, eldir, ayaktır, parmaktır demiyor. Şuan devlet yapısında Türkler vücudun her tarafıdır Kürtler de tırnaktır. İzin verdiği ölçüde uzayabilecek, izin vermediği zaman kesilip atılabilecek bir uzuv gibi görülüyor.

-Bu manifesto ilk defa açıklandı. Hizbullah ile aynı dini hassasiyetleri taşıyan insanlar siyasi oluşuma mı gidiyor. Partileşme süreci başlıyor mu?

-Hizbullah kendisinin silahlı bir örgüt olmadığını deklere ediyor. TMK'daki “silahlı terör örgütü” tanımlamasına karşı çıkıyor. Kendini cemaat olarak tanımlıyor. Biz bir cemaatiz diyor. Bu manifesto bir şeffaflaşma belgesidir. Manifestodan anladığımız kadarıyla yeni lideri Edip Gümüş olarak tayin edilmiş. Bununla yeni bir süreç başlatıyor. Bu yeni süreçte şeffaflaşma, kamuoyuna açık hale gelme söz konusudur. Bu önemli bir adımdır.

-Eskiden niye kamuoyuna açık değildi?

-Çatışma döneminin vermiş olduğu sıkıntılardan dolayı kapalılıktan istifade etti. Liderinin Hüseyin Velioğlu olduğu her yerde yer aldı. Velioğlu'na ulaştıkları yerde imha ettiler. Canlı yakalama imkanı varken, öldürüldü. Daha sonra Selahattin Örük'ün Hizbullah'ın başına geçtiği söylendi. O da evinin bahçesinde infaz edildi. Hizbullah da lider olarak ortaya çıkanlar infazla karşı karşıya kaldı.

-Hüseyin Velioğlu'nun derin devletle ilişkisi var mı?

-Hizbullah daha oluşumunun başlangıç aşamasındayken, bir çatışma ile karşı karşıya kaldı. Bu süreçle ilgili ana dava savunmasında ve ortaya çıkan bazı belgelerde, PKK'ye insanlar gönderilmiş çatışmanın olmaması için. Ama PKK diğer sol fraksiyonları olduğu gibi Hizbullah'ı da tasfiye etmek istedi. O dönemde Doğu Perinçek, Yalçın Küçük ile Abdullah Öcalan'ın arası çok iyiydi.

-Hüseyin Velioğlu'nun bir generalle birlikte görüldüğü iddiaları vardı?

-Abdullah Öcalan ile ilgili fotoğraflar var. Ama Hüseyin Velioğlu ile ilgili bir şahsın iddiası var. Benim kanaatime göre, Perinçek ve ekibi Öcalan'a “Kürdistan'ı kuruyorsun bu dinciler ileride başına bela olacak. Bunları da temizle” dediler. Dikkat edin, PKK'nin eylem koymadığı yerlerde Hizbullah eylem koymadı. Misilleme yapılmış, karşılık verilmiş. Karşılığı bir daha gelmeyince, eylem yapılmamış. En son bir eylem yapıldı ve eyleme fiili olarak karşılık vermeyince çatışma olmadı. Fiili bir ateşkes oluştu.

-Referandumda sandık başına gittiniz mi?

-Evet. Referandum özgürlüklerin önünü açabilecek bir şeydi. Türkiye'nin sivilleşmesine ön açacak dedik. Nitekim bugün geldiğimiz noktada 12 Eylül yargılaması yapılıyor. Değişim ümidine destek verdik. Bugün derneklerimize PKK'nin saldırılarından çok devletin saldırıları oluyor. AK Parti hükümetinin denetiminde emniyetin saldırıları oluyor. Adana'da derneklerimizi PKK'liler bastı, bir hafta sonra devlet bastı. PKK'lilerin yaptığı saldırıda arkadaşlarımız hafif yaralandı. Ama devlet bastığında Mustazaf-Der başkanına ceza verildi. Bu hükümetin emrindeki polis teşkilatının yaptığı göz altılarla 50'den fazla insan ceza aldı ve yargılanıyor.

-Hizbullah tekrar silaha başvurabilir mi?

-Hizbullah manifestosunda açıkça söylüyor. Uluslararası hukuk kurallarının kabul ettiği şartlar dâhilinde silahı kabul ediliyor. İmha edilmek istenmesi durumunda, nefsi müdafaa dışında silahlı bir eylem yapmıyor. Gayri Müslim unsurlardan tutun, toplumun bütün dinamikleriyle bir arada yaşamayı taahhüt ediyor. Sadece kendisi dışındaki insanların da fikirsel mücadele vermesini istiyor.

-Mustazaf-Der ve BDP… İkisi de fikirsel mücadele veriyor. Ortak hareket edebilirler mi?

-Bizim için öyle bir kısıtlama yok. BDP ile fikirsel mücadele verelim. Ama şiddet olmasın. Bize yönelik saldırıları kınasınlar. Biz ortak paydalarda buluşabiliriz. Bugün JİTEM karargâhından cesetler çıkıyor. Bu konuda ortak çalışma yapılabilir. Hizbullah iddiasıyla polisin alıp kaybettiği insanlar var. Bu konuda niye ortak çalışma olmasın. Ama bir tarafa çekmeden. Sadece o haksızlığı ortadan kaldırmak için yapılmalıdır.

-Kürt sorunu nasıl anayasada çözülür?

-Kürt sorunu farklı şekillerde çözülebilir. Biz bir arada yaşamaktan yanayız. Ayrılmaktan yana değiliz. Ama eşit şartlarda adil bir bölüşüm, adil bir temsiliyet olursa beraber yaşarız. Bu durumda bütün ülke sınırları her karışında herkesin hakkının olduğu bir devlet yapısı olur.
Türkler eğer biz Kürtlerle beraber yaşayacağız deseler, ayrımcılık ve Türkçülük yapmayacaklar. Türkçe resmi dilse, Kürtçe de resmi dil olacak. Kürtçe okullarda seçmeli ders olarak değil, eğitim dili olacak. Toplumun önemli kesimi Kürt ise neden Kürtçe de resmi dil olmasın. Böyle bir ortak payda kabul edilebilirse sorun çözülür. Bu ortak payda ne Kemalizm, ne Apoizm, ne Avrupa'nın uluslar arası bildirgeleri olur.

-Ne olur?

-Yüzde 99'u Müslüman olan bir toplumda İslam kardeşliği olur. Devletin ulusalcı yapısının kalkması gerekiyor. Yıllardır İslami camia için kullanılan “laikliği” kaldırılmasıyla olur. Yeni anayasada eşit, adil bir bölüşümün olduğu bir devlet yapısı olursa sorun olmaz.

-İslami bir yapı olursa, herkes kendini rahat ifade edebilecek mi? Mesela Müslüman bir kadın kot pantolon giyebilecek mi?

-Bunlar ayrıntılardır. Bunlar anayasal düzenlemeler değildir. Kişisel yaşam tercihi ile ilgili şeylerdir. Özel hayat ayrı bir olaydır. Özel bir hayata İslam karışmıyor. Genel ahlak ve adap denen bir olay vardır. Mevcut yasalarımızda bile teşhircilik denen bir olay vardır. Göbeğin açıkta bırakılması teşhirciliktir. Mahrem olan bazı bölgelerini sen insanlara teşhir ediyorsun. Bunlar küçük ayrıntılar. Şuan Kürdü, Türkü, Arabı bir arada tutacak şey İslami bağdır.

Kaynak:Diyarbakır Özgür Haber

Link:http://www.ozgurhabergazetesi.com/haber/3374/Kurtce-de-Turkce-gibi-resmi-dil-olmali.htm

Editör: Haber Merkezi