Türkiye'de son yıllardaki seçim sonuçları, hem yerli ve seküler-laik oligarşiyi hem de batılı müttefikleri(!) kaygılandırdığında örgütlü ve kullanışlı alternatif bir siyasi merkez oluşturma çabasına girmişlerdi. Ancak bir şeyler ters gitti ve oynanan son koz da hezimetle sonuçlandı. Ve şimdi açık kart oynama peşindeler. Bu oyun, yakında gerçek Kemalistlerle, köprüden geçene kadar olan çakmalarını ayırt etme planıyla işleyecek.

15 Temmuz sonrasında darbeye karşı sokağa dökülen çevreler yerine, sürekli eski ve mimli darbecileri kahraman edasıyla vitrine arz etmek aslında bir meydan okumaydı.

‘Mağdur edildiler jelatini' ile paketlenip ekran başına çıkartılan günahsız mı günahsız(!) masum mu masum(!) kahraman ve sempatik ulusalcı zevat, hep şunu demeye getiriyorlar: “Bu ülkede kim ne yaparsa yapsın kazanan biziz, haydi bu duruma karşı çıkın da görelim.”

Tıpkı CHP'nin, her cilvesinde, “Ben rejimin kurucusu ve bekçisi olan partiyim. Bana karşı olmak cumhuriyet devletine karşı olmaktır. Ayağınızı denk alın” imasında bulunması gibi.

Ama Ergenekoncuların söylediği asıl tılsım şu: “FETÖ'ye karşı ancak biz harp edebiliriz. Ve bu savaş da, ancak Nutuk'la Atatürk ilke ve inkılaplarına sarılmakla, Kemalist kadrolarla ve eskiden olduğu gibi irticayla mücadele ile mümkündür.”

Ne kadar tanıdık bir numara. “Osmanlı'yı geri bırakan şeriat idi, hilafet idi. Kurtuluş, ancak Fransız'ın, İngiliz'in hayat tarzını almakla ve buna direnenleri bastırmakla mümkündür” diyen Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının yolu gibi..

Evet, bu ülkede, her yüze yapıştırılan Atatürk maskesi, artık ağır gelmeye başlamıştır. Hatırlarsanız, “Ey bugünleri bize sağlayan ulu Atatürk!” diye başlayan andımız ritüeli iptal edildiğinde halktan hiç kimse, bir tepki vermedi ya..

İnanın sağda solda arz-ı endam eden büstleri, heykelleri ve anıtları da kaldırıldığında, anıtkabir civarındaki, çocuk salıncaklarını zafer sarhoşluğu ile kaldıran birkaç kişi hariç, bu halktan hiç kimsenin umurunda olmayacaktır. Hani yakın geçmişte cafcaflı merasimlerle icra edilen 19 Mayıs gibi günlerin de artık iyiden iyiye unutulması gibi.

15 Temmuz, bir halk devrimi ise ki hiç şüphe yok öyledir. Bu halk devrimi, sadece birkaç kendini bilmez sızma şakirte veya omuzu kalabalık süzme memurlara karşı yapılmamıştır. Bu devrim, doksan yıldır halkın üzerine bırakılan ağır yalanlara karşı yapılmıştır.

 

 Halk adeta, şöyle demiştir: “Yeter artık daha ne zamana kadar İslam'ın devlet nizamı olmadığı yalanını bize dayatacaksınız.  Daha ne zamana kadar, Kur'an'ı camiye, imanı vicdana, ibadeti, kişisel alana hapsedeceksiniz? Daha ne zamana kadar devlette ayrı, kendi aramızda ayrı bir medeni hukuk karmaşası ile oyalayacaksınız? Ne zamana kadar şeriat, cihad, hilafet, medrese gibi kimliğimiz olan kelimeleri kullandırtmayacaksınız?”

Bu ülkede, henüz daha büyük hesaplaşma gerçekleşmedi ve bundan kaçış mümkün değildir. Bugünlerde batılı dostların(!) hedefi, bunu biraz hızlandırmak gibi gözüküyor. Kitlelerin zihni, bu konuda tam netleşmeden iki tarafı FETÖ üzerinden devam eden manipülasyonları da kullanarak birbirine düşürmek ve halkı yine aynı sopa ile uslandırmak istemektedirler.

Ama hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı gerçeğinden ziyade, Allah'ın kimden yana olduğu hakikatini bir kere daha öğrendiklerinde kimin bedel ödeyeceğini de öğrenmiş olacaklardır. Yetiştirdikleri kadrolar her deşifre olduğunda, Adem'e secde emrinde, melek olmadığı ortaya çıkan iblis'in ifşa olması gibi çılgına dönmektedirler. Düşünün, şimdi ellerinde patlamış olan kıtmiri(!), iade etseler olmuyor, etmeseler olmuyor. Onları bu şaşkınlığa düşüren, inşallah bir gün sırtlarını da yere vuracaktır.

Evet, bu ülkenin Müslüman halkı her rükuya ve secdeye gittiğinde sırtındaki laiklik kamburundan bir gün kurtulacaktır. İnşaallah o gün geldiğinde, biz de dünyanın yeniden inşasını ve ihyasını konuşmuş olacağız. Uzak mı? Hayır. Çünkü “Her gelecek yakındır.”(Beyhaki-El Esma ve's Sıfat 458)