Fiili bir devalüasyona dönüşen TL'nin hızla değer kaybetmesi bütün hedef ve beklentileri ters yüz etti.

2018'de yaşanan döviz atağı, şimdi bir dış müdahale olmaksızın tekrar yaşanıyor. Muhalefet; "bu durum bir tercih midir yoksa kaçınılmaz bir sonuç mu, ekonomi yönetimi bunu izah etmelidir." diye soruyor.

Sonuçta; döviz kurlarındaki bu artışın kamu borçlarına getirdiği ekstra yük de büyüyor. Bu yükün altından devlet de alım gücü iyice düşen vatandaş da kalkamayacak gibi görünüyor.

Merkezi yönetimin 134 milyar 553 milyon dolar olan borcuna, dolardaki her bir kuruşluk artış ile 1 milyar 345 milyon TL ek yük geliyor. Yani bir kuruşluk dolar kurundaki artış, ekonomimizde yaklaşık 2 milyar dolara gedik açıyor. Son dönedeki dolar kurundaki artış düşünüldüğünde, açılan gediği analiz etmeye hesap makinaları güç yetiremiyor.

Türk lirasındaki bu değer kayıpları hayat pahalılığı, yoksulluk ve büyük çaplı iflaslar şeklinde tezahür ediyor. Fiili bir ekonomik kriz olan mevcut durum ne toplum ne de devlet yönünden sürdürülebilir görünmüyor.

Eğer, ekonominin kara deliği haline gelen bütçe açıkları, yüksek borçlanma ve ağır faiz yükü bitirilmezse küresel sermayenin ülke ekonomisine tesiri daha da artacağa benziyor.

Anlayacağınız, TL'nin dolar karşında değer kaybetmesi ülke ekonomisinin başını ağrıtıyor… Son zamanlarda dolar kurundaki birkaç kuruşluk artışın ülke ekonomisindeki açtığı gedik 50 milyar dolaylarında olunca bu yorumu yapmak o kadar da zor olmuyor.

Tabi hala her şey normalmiş gibi düşünenler, yazan-çizenler de yok değil. Dolar stoku olan ve maaşlarını dolar kuru üzerinden alanlar için bu anlamda her şey normal… Ancak gerçek şu ki milletin cebinde kalan az buçuk para da bu nedenle erimeye devam ediyor.

Döviz kurundaki hareketlilik bir yana, enflasyondaki tırmanış da sürüyor. Ekim ayında yüzde 2,13 artış kaydeden enflasyon, yıllık bazda yüzde 11,89 olarak gerçekleşti. Yıl sonu itibariyle bu rakamın daha da artması öngörülüyor. Peki, bu durumda halk ne yapacak, nasıl geçinecek?

İnsanların yarına dair kaygıları artıyor. Ancak tüm olumsuzluklara rağmen hâlâ bir şeyler düzeltilebilir, tabi fazla da geç olmadan sorunlara gerçekçi çözümler üretilmeli.

Türkiye İstatistik Kurumunun ekim ayı enflasyon rakamları, oransal olarak gerçeği yansıtmıyor eleştirileri alsa da bu rakamlar da hayat şartlarının ne kadar zorlaştığını gösteriyor.

Ekim ayında yüzde 2,13 artış kaydederek, yıllık bazda yüzde 11,89 olarak gerçekleşen enflasyon oranları, hayat pahalılığının artarak devam ettiğini gösteriyor.

Yumurta kolisinin 25 liraya satıldığı, en sıradan sıvı yağın 5 litresini insanların 50 lira ödediği ve mevsimin değişmesiyle sebze ile meyvelerde fiyatların ikiye katlandığı bugünlerde, iyimser olacak bir tablo yok.

Sendikaların verilerine göre, ekim ayı açlık sınırının 2 bin 482, yoksulluk sınırının ise 8 bin 86 lira olduğu günlerden geçiyoruz. Dört kişilik aile eğer 2 bin 482 TL'yi bulamıyorsa o ay yatağa aç giriyor demektir.

Açlık ve yoksulluk rakamlarına karşın asgari ücret ise yılsonuna kadar 2 bin 324 TL 70 kuruş olarak uygulanmaya devam edecek. Açlık rakamın altında bir ücretle insanlar geçinmeye çalışacak. Önceleri sabredilip kıt kanaat geçinilirdi, ancak hayat pahalılığının uzun yıllardan sonra yine tavan yapması artık geçim yapmayı imkansız hale getirdi.

Dört kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması yani mutfak masrafı tutarı önceki yılın sonuna göre 320 TL, temel ihtiyaçlar için yapılması gereken toplam harcama ise bin 41 TL arttı. Son bir yıl itibarıyla, ortaya çıkan ek harcama gereği gıda için 424 TL, toplam hane halkı harcaması için bin 381 TL oldu. Mutfak enflasyonu, oransal olarak, bir ayda yüzde 1,41; son bir yıl içinde ise yüzde 20,59 artmış oldu.

Yaşanan Coronavirus salgını sürecinde, işsizlik ve enflasyon baskısı nedeniyle, hane gelirleri hızla düşerken, bu durum hem asgari ücretlileri hem de emeklileri zor durumda bıraktı. Herhangi bir işi olmadan hayata tutunanların durumu ise daha büyük bir dert.

Ülkede istihdam edilenlerin sayısı çok az ve giderek de azalıyor. Kısa çalışma ödeneğinden verilen bin 600 liralık ücret ise dertlere derman olmuyor.

Zamlar başını almış gidiyor. Temel tüketim maddelerinin haricinde bu çağda neredeyse zorunluluk haline gelen dijital malzemelerdeki fiyat artışı da yaşam koşullarını zorluyor. Teknolojik ürünlerin fiyatlarındaki artış bir yılda neredeyse yüzde yüze ulaştı.

Zamlanmayan, hem de kat be kat artmayan ne kaldı ki; temel tüketim ürünlerinden ihtiyaç malzemelerine kadar her şey fahiş miktarda arttı. Covid-19 salgını ile artan evden çalışma ve uzaktan eğitimin bilgisayar başta olmak üzere teknoloji ürünlerin üzerinde oluşturduğu fiyat baskısı ekim ayında etkisini artırarak sürdürdü.

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre ekim 2020 itibariyle Türkiye'de son bir yılda bilgisayar fiyatları yüzde 80.7 yükseldi. TÜİK veri tabanında yer alan madde fiyatları istatistiklerine göre, 2019 yılının ekim ayında ortalama 4 bin 203 TL olan bilgisayar fiyatları, 2020’nin ekim ayı itibariyle 7 bin 596 TL’ye çıktı.

Coronavirus salgını ile birlikte teknoloji ürünlerine artan talebin ürün fiyatlarında oluşturduğu baskı, bilgisayar ile de sınırlı kalmadı. Ekim ayı itibariyle son bir yılda ortalama telefon fiyatları yüzde 70, tablet bilgisayar fiyatları yüzde 43, televizyon fiyatları yüzde 41 yükseldi.

Durum buyken dar gelirliler için hayat her geçen gün daha da zorlaşmaya başladı. Son açıklanan işsizlik rakamları da ülkenin büyük güncel sorunlarından birinin de işsizlik ve istihdam sorunu olduğunu yeniden gözler önüne serdi. 
 

Editör: Haber Merkezi