Yazar: Hasan Sabaz-
Van ve Erciş’i vuran büyük deprem bir daha sarstı zihnimizi. Hayatla ölüm arasında ne kadar ince bir çizgi bulunduğunu bir daha hissettik. Enkaz görüntülerine bakarken insanın çaresizliğini ve yegane sığınağın Allah olduğunu bir kez daha söylettik kalbimize. 
 
Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifa, geride kalanlara sabırlar diliyoruz.  
 
Depremlerin arttığı bir on yılı yaşıyoruz. 
Bazen siyasi, bazen ekonomik, bazen de askeri depremler yaşadık.
11 Eylül saldırılarının kaç şiddetinde bir deprem olduğunu kimsenin söylemesine gerek yok çünkü etkileri ortada. Ardından gelen Afganistan ve Irak işgalleri sadece şehirleri değil ülkeleri de enkaza çevirdi. Artçı sarsıntılar halen devam ediyor.
Ebu Gureyb’in bir deprem olmadığını kimse iddia edemez.
 
Uzakdoğuda yaşanan deprem ve tsunamiler…
Sonradan sık sık duyduk bu “tsunami” denen kelimeyi. Esas felaketin tsunami olduğunu öğrendik. Japonya’da depremin zarar veremediği yapıların tsunami karşısında nasıl çaresiz kaldığını gördük. İleri teknoloji ne de basit bir şeymiş?!
 
Ve Ortadoğu depremleri… 
siyonist rejimin Lübnan’da Hizbullah karşısında tarihi bir hezimet yaşaması ve tüm gücüne rağmen Bint Cubeyl adında bir köyü bile geçememesi… 33 günlük depremin şokunu atlatamayan bir ordu ve tedaviye cevap vermeyen şizofrenik bir halkın kanlı salyalar akıtarak Gazze’ye yönelmesi…
 
Furkan savaşı hiç şüphesiz son on yılın en büyük depremiydi.
Mavi Marmara olayı Furkan savaşı sonrası artçı depremlerin habercisi gibiydi. Esas artçı depremler iki sene sonra Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da ve Yemen’de yaşandı. Diktatörler zillet içinde devrildiler, devrilmeye devam ediyorlar. 
Suriye sarsılmaya devam ederken, Ürdün ve Suudi Arabistan fırtına öncesi sessizliği yaşıyor gibi.
 
28 Şubat ifsat hareketi de 99’da şiddetli bir depremle sorgulanmaya başlanmıştı. Hemen ardından yaşanan ekonomik deprem seçim sandıklarını allak bullak etmiş ve iktidardaki üç partiyi meclisin dışına itmişti.
 
Ak partinin gelişi vesayetçi sistem için tam bir depremdi. Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesinin artçı saldırıları halk iradesine toslayınca deprem simsarları soluğu Silivri’de almaya başladı. Bir Ergenekon tasfiye edilirken yeni Ergenekonların alt yapıları kuruluyor, fay hatlarına müdahaleler başlıyordu.
 
Yüz binlerce insan peygamber sevgisiyle istasyon meydanında toplanıyor, tekbir ve salavat sesleri semayı dolduruyordu; ama birileri gözlerini kapatıyordu, kulaklarını tıkıyordu ve karanlıkta tezgahlar kuruyordu.
Kur’an ve Peygamber için düzenlenen etkinlikler, zihinlerde depremlere, zındıka komitesinin planlarının bozulmasına sebep oluyordu.
 
102. madde tahliyeleri tam bir depremdi. Hükmün Allah’a ait olduğu gerçeğini göz ardı eden birileri öküz altında buzağı arıyor, tezgaha gelmeyenlerin tezgaha gelmemesinin altında bir şeyler arama telaşına düşüyordu.
 
İnna lillah ve inna ileyhi raciun…
Depremler oluyor ve olmaya devam edecek.
Herkes hesaplar yapıyor; ama Allah’ın da bir hesabının olduğunu unutuyorlar ve unutturmak istiyorlar. Kıyameti hatırlatması gereken deprem gerçeğinin üstünü göğüslerden taşan kinden mamul şeylerle örtmeye çalışıyorlar. Faşist çığlıkları acıların ve mazlumların Allah’tan başka sahibinin olmadığı gerçeğinin üstünü örtemiyor.
 
Depremlere hazır olmak ve Allah’a sığınmak gerekir.
Önümüzde daha ne depremler var kim bilir.
Zaten kıyamet de bir deprem değil mi?
“Yer şiddetli bir depremle sarsıldığı zaman” (zilzal:1)